|
BİR DÜNYANIN EŞİĞİNDEN
Önce bir pırıltıdır Doğu, bir özleyiştir. Efsaneyle şiir kanatlıdırlar. İlim ağır ağır ilerler.
Asya, aşkın kanat açabileceği tek ülke. "Altın Gözlü Kızın kahramanı sevgilisine şöyle seslenir: "Hinde gidelim. Ebedi bir bahar yaşanır orada, topraktan yalnız çiçek fışkırır, kuşlar aşkı terennüm eder. (63)
Batı bizden öğrenmiş Hint masallarını. Hümayunname Avrupanın bütün dillerine çevrilmiş. Ama biz tanımamışız Hindi. Kelile Ve Dimnenin, Heft Peykerin, Tutinamenin vatanını tanımamışız. (85)
BU ÜLKEDEN
Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali tek mukaddese saygı göstermiş: Kamûsa. (88)
Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiyenin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmazlaştıranlardır. (97)
Kitap ve gazete
biri zamanın dışındadır, öteki "anın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete okununca biter.
Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. (102-103)
Felâketimizin kaynağı kültür yokluğu. Bizi helâk eden ne ahlâksızlık, ne bencillik, ne kafamızın ağır işlemesi. Bir öğrenci kayıtsızlığı içindeyiz. Hoca tanımadığımız için yardım görmemize imkân yok. (112)
Ruh, yazının icadından beri ölümsüz. Kaya homurdanır, mermer gülümser, konuşan yalnız kitap. (263)
Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar, kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar belki açmazlar. (267)
Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki yol arkadaşı. Hedefi tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.
Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir: Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. (283)
UMRANDAN UYGARLIĞADAN
Ülkemize göz dikenler anlaşmazlık içindeydiler. Bazıları topraklarımızı ele geçirmek istiyordu, bazıları bizi sömürerek sanayi ve ticaretlerini geliştirmek. Birinciler gizli niyetini şairane sözlerle maskeliyorlardı: acı çeken insanlığı rahata kavuşturacak, din kardeşlerini kurtaracak, ezilen kavimlerin zincirlerini kıracaklardı. Bu kutsal emeller uğrunda ülkemize gireceklerdi. İkinciler, olmaz! Diyorlardı, olmaz ve olmamalıdır! Osmanlı ülkesinin bütünlüğü Avrupanın dengesi için şarttır. Aynı ikiyüzlülük. İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bazı devletlerin saldırı gücüne karşı ötekilerin müdafaa gücünü kullanacaktık. (34)
Kendi milletinin kültürünü, medeniyetini, marifetini inkâr veya istihkar eden, milliyetinden sâkıt olur. Onun adına konuşmak hakkını kaybeder. (63)
İki yol var insanlık için: Kendi kendini imha veya gerçekten insanlaşmak. İnsanlık tek merkeze yönelen bir tür, öteki türler gibi dağılıcı değil. Bu biricik düşünen türün sonu, çözülüş olamaz. Mekân ve zamanı aşacak insan. Bu kanatlanış, birleşmenin, birlikte düşünmenin eseri olacak. (106)
Türk insanının en büyük noksanı siyasî düşünceye gözlerini kapamış olmasıdır. bütünü bilmediğimizden ya sloganlara esir olduk, ya ideolojilere köle. Siyasî düşünce çağdaş insanın yolunu aydınlatacak en emin projektördür. Çağdaş Avrupa bu hakikatı çok iyi anladığından mekteplere siyasî edebiyatı ders olarak koymuş bulunuyor. (164)
MAĞARADAKİLERDEN
Namuslu aydın, kucağında yaşadığı çevreye uymayandır. (38)
Türk aydını her mevsim bir başka meçhulün sevdalısı. Geçen asrın ortalarında ıslahatçıdır, sonra ihtilâlci olur, sonra inkılâpçı. (111)
Kelimeler bir milletin, bir medeniyet câmiasının ortak malıdırlar. Onları hiç kimse dilediği gibi kullanamaz. (134)
Türk için en büyük felâket: Başsızlık. Fert, devletin emrindedir, devlet, ferdin hizmetinde. Toplum, yekpare bir bütün. (182)
Otorite ile hürriyet
politikayı özetleyen iki zıt mefhum. Çatışıyorlarsa, toplum rahatsızdır; aralarında ahenk kurulmuşsa, mutlu. Otoriteyi yıkmak, anarşiye yol açmaktır. Hürriyeti kaldırmak, toplumu bir veya birkaç kişinin sömürüsüne terk etmektir. Demek ki insanlar ne hürriyetten vazgeçebilirler, ne otoriteden. Ama bir hakikatı da unutmamalıyız: Hürriyetin tek desteği var: hak
Otorite hem kuvvete dayanır, hem hileye. Yani hürriyete daima tehlikededir. (200)
KIRK AMBAR IDEN
Hayal ağacı Asyada boy atmış ilkin. Doğulu, Binbir Gecedeki sultana benzer. Zavallı Şehrazat: ya her akşam yeni bir masalla eğlendirecektir sultanı, ya canından olacaktır. Batıda insanlar, kaderlerini kendi çabaları ile inşa etmek isterler, pek iltifat etmezler hayale. (128)
Hayatını kalemiyle kazanan bir yazar, bu yalancı alkış tufanı karşısında elbette ki kendini kaybedecek. Kitap bir ticaret metaı oldukça, yaratıcı ister istemez esnaflaşacaktır. (352)
İhtiyar bir medeniyetin dramıydı bu; kendini inkâr eden bir medeniyetin dramı. Doğu ile Batı, Haçla Hilal, muhteşem bir maziyle karanlık bir istikbal boğaz boğaza idiler. Ama kavga sona ermemişti henüz. Son söz söylenmemişti. (377)
Tarihçi bütün inançları kavramak zorunda. Mizacına en aykırı düşünceleri anlayacak kadar geniş bir idraki yoksa, tarihten vazgeçsin. Tarihçinin iki tutkusu olmalıdır: hakikat ve güzellik. Bir tezin müdafii de olmamalıdır tarihçi. Maziden alınacak büyük dersler var. Ama tarihin öğrettiklerini uygulamak, tenkidin görevi. Tarih hiçbir fayda gözetilmeden yazılırsa, faydalıdır. (444)
KIRK AMBAR IIDEN
Tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurlar. (80)
Kapitülasyonlar kelimelerden örülü bir zincir. Asırlarca kolumuzu, kanadımızı bağlamış. Lozanın en büyük zaferi kapitülasyonları parçalamak. Sahiden parçalanmış mı kapitülasyonlar? Sanmıyoruz. Galiba isim değiştirmiş sadece, "ticaret anlaşması olmuş, "azgelişmiş ülkelere yardım olmuş
(101)
Batı olayı karmaşık bir gerçek. Olayın kahramanı Avrupa. Ama bir değil iki Avrupa var. Birinci Avrupa, insanlığa âşık, hürriyetçi, adalete, terakkiye gönül vermiş, beşeriyetin refahı peşinde. İkinci Avrupa, kıyıcı, çıkarlarından, kazancından başka kaygısı yok, hasbelkader eline geçen ilim tekelini insafsızca sömürmek istiyor. (125)
Zavallı Ali Kemal! Yarım asır önce ruhumuzu kemiren şifasız hastalığı teşhis etmişti: Medenî cesaret yokluğu. Filhakika, aydınımızın ayırıcı vasfı dalkavukluktur. (204)
Çağımızın öncüleri, kelimenin babadan kalma manasıyla kültürlü kimseler değil, bilginler, uzmanlar, teknisyenlerdir. Ehliyetli olan yalnız onlardır. Kültürlü insan aynı zamanda ehliyetli olmayı başaramamışsa yarım kalmıştır, çünkü hakikati araştırırken, kendi görüşünün ve kendi zevkinin sınırlarını aşamaz. (317)
Bir yandan kendi kendimizi tekrarlayıp duruyoruz, öte yandan yenilik arayışlarımızı sürdürüyoruz. Alışkanlıklarımıza olan bu bağlılık kadar yeniliklere duyduğumuz ilgi de temel bir ihtiyaç
Kaldı ki yeniliğin olmadığı yerde alışkanlıkları savunmanın da bir anlamı yok. Biri diğerinin varolma sebebi. (489)
IŞIK DOĞUDAN GELİRDEN
Bereket ki en eski çağlardan beri, aile ocağı, emek, terbiye gibi büyük içtimai uzuvlarla donatılmışız. Yoksa topluluklar da ayakta duramazdı, fert de. (182)
Eskiler, aklı, hayırla şerri birbirinden ayıran meleke diye tanımlamış. Zamanımızda ise şerden başka bir şey görülmediği için tarifi değiştirmek ve akıl, bize birçok şerden hangisinin ehven olduğunu bildiren melekedir, demek daha doğru olur. (220)
Âşık âkil olamayacağı gibi âkil de âşık olamaz. Aşkın güneşi kalbe doğunca, akıl bir gölge gibi kaybolur gider
Âkil, dünyanın kazancıyla uğraşır. Âşık, gizli sırların meftunudur. (242)
Kendi dünyamızı tanımak, yani kaynaklarımıza dönmek yorucu ve çetin emekler sayesinde gerçekleşebilir. (277)
JURNAL IDEN
Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak
İnsan zekâsı bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor. Vücudumuzu aşmak, benin dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek, sonsuza yönelmek, bir insana sarılmak, hatıralarda yaşamak: işte aşkın, dinin ve kahramanlığın kaynakları. (43)
Şuur her gün yeni bir fetihten hoşlanmıyor. Her fetihte emek, alınteri, tedirginlik var. Yeniye idrâkimizin kapılarını kolay kolay açmıyoruz. Çok kötü bir dinleyici ve daha da kötü bir okuyucuyuz. Beklediğimizi, dörtte üç bildiğimizi duyduğumuz zaman kulaklarımız ilgiyle açılıyor. (132)
Hürriyet rahatsız ediyor insanı. Bir güvensizlik duygusu çöküyor içine. Kendi başına karar vermek, yeni yeni durumlar karşısında davranışını tayin edebilmek, çok sıkıntılı bir iş. Hür bir dünya tehlikelerle dolu. Ancak tehlikeli bir hayata görüs gerebeilecek insanlar demokrasiye sevgi duyabilirler. (196)
SOSYOLOJİ NOTLARI VE KONFERANSLARDAN
Tabiatın büyük kuvvetleri karşısında kendini yalnız zekâsıyla silâhlı bulan insanoğlu, tabiattaki kuvvetleri sabırla incelemiş, gökkubbede kendi büyüklüğünü ve küçüklüğünü seyretmiştir. (30)
İnsan bazı bahislerde sağdır, bazılarında sol. Bu itibarla bu kelimeleri aşmak lâzım. İleri-geri ise çok daha kaypak kelimelerdir. (44)
Her yerde var olan hiçbir yerde yoktur. (80)
Fikir, Aşilin kılıcı gibidir; kendi açtığı yarayı kendi tedavi eder. (89)
Her Türk aydını, mutlaka çağımızın kaderini tayin eden sosyalizmi, tarihî gelişmesini, Batının ekonomik-sosyal tarihini bilmek mecburiyetindedir. (108)
Politika cemiyet hâlinde yaşayan insanların mümkün olduğu kadar birbirlerine az zarar vererek yaşamalarını temin eder. Bir çoban, bir yönetici ilmidir. (114)
Müslüman ülkelerde kapitalizmin kurulamayışının Müslümanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. İslâmiyette kapitalistik sektör kurulmuş, fakat sonradan kapitalizme geçilmemiştir. Çünkü Avrupa bizden önce davranmış ve kendi dışında kalan ülkeleri Pazar yapmıştır. (170)
Solla sağ bir bütündür, solu tayin eden sağdır, sağı tayin eden soldur. Biz hakikatların sadece bir tarafını görmeye mahkûm edilmişizdir. Oysa yalnız bir tarafını görmek, hiçbir şeyi görmemektir. (195)
Bir milleti yok etmenin en kestirme yolu inançlarını yok etmektir. (279)
|